Stratejik vazife...

Her toplumun kendine özgü kanaat önderleri, bilgeleri, bilginleri bulunur ve bulundukları ortamda etkili olurlar.Toplumların yanlışa meyletmesine, toplum huzurunu bozmaya çalışan ortamların oluşmasına engel olmak için mücadele ederler…

İslam toplumunda da saygınlığını ve etkisini her daim devam ettiren, toplumun şekillenmesinde önderlik eden gönül insanları bulunmaktadır. Önder, lider anlamını taşıyan İMAMLAR…

İmamlık kavramının çok geniş içeriği bulunmaktadır. Son dönem Müslümanlarının hafızasında, camide namaz kıldıran kişiler olarak yer etse bile misyonuna bakıldığında anlam ve alanının bundan ibaret olmadığı anlaşılacaktır.

Bu vazifenin öncüsü ve önderi Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Yani imamların ilki, mihrabın önderi… Bu sebeple sorumluluğu büyük, etki alanı geniştir!İmam olan Hz. Peygamber aynı zamanda devlet başkanı, komutan, yargıç, eğitimci vb. vasıfların da sahibidir.

Ancak etkisi ve sınırları dönemlere göre farklılık göstermiştir.

“İmamlık vazifesi” gerektiği şekilde yerine getirildiğinde güçlü etkisini görmek mümkündür.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir araştırma yapan Fransız yazar Baron de TocquevilleOsmanlı’daki adlî vakaların Avrupa’ya kıyasla çok az olduğunu tespit eder.

Mahkemelerdeki dava sayısının az oluş sebebini araştırır ve elde ettiği bilgiyi hayranlıkla kaleme alır. Yazar, İstanbul’un birçok mahallesini gezer, mahallelerde güvenliği, sosyal düzeni tesis eden öncülerin varlığını görür. Bunların başında da mahalle imamlarının geldiğine şahit olur. Öyle ki mahalledeki en itibarlı kişi…

Baron mahallelerde, yazılı kanunları bulunmayan, resmi kurum statüsünde olmayan yargılama sisteminin bulunduğunu, yargılama heyetine imamın başkanlık ettiğine şahit olur. Mahalleli, aralarında oluşan sorun ve ihtilafları mahkemeye taşımadan önce mahallenin imamına götürür. İmam, sorunu hukuk kapsamında değerlendirmeden önce sulh yolunu arar ve sulhu teklif eder. Sulhun oluşmadığı durumlarda imamın başkanlığında, mahallenin ileri gelenlerinden ve yaşlılarından oluşan bir heyetle mahalli yargılama yapılır. Anlaşmazlıkların tamamına yakını bu heyet tarafından çözüme kavuşturulur.

Sıradan sorunlar değil!

Borç meselesi, mülk anlaşmazlığı veya aile hukuku bu sorunlar arasında sayılabilir. Ancak karar ve sonuç, tutanakla, imza veya senetle kayıt altına alınan sözleşmeler değildir. Yani senet olan sözdür. Heyet huzurunda varılan karara razı olma ve uygulamaya geçirme durumu mutlaktır. Hâlbuki karara uymayan kişiler için bir müeyyide de bulunmamaktadır. Peki, alınan karar nasıl olur da mutlak şekilde uygulanabiliyordu?

Buradaki ayrıntı önemli!

Mahalle imamı başkanlığındaki heyetin vermiş olduğu karara uymayan kişiler üzerinde toplumsal bir baskı oluşturulur, kişi veya kişiler mahallede kendi başına terkedilirdi. Mahalleli selam vermez, kıraathanenin önünden geçmesine müsaade edilmez, hatta ailesi tarafından da dışlanırdı. Anlaşılacağı üzere itibarı ayaklar altına alınırdı.

Gel de bu durumda kararlara uyma…

Gel de bu uygulamaya hayran kalma…

Gel de kaybettiğin değerlere üzülme…

Batılıların hayranlıkla anlattığı uygulamayı terk ettik ve kokuşmuş Batı’nın örf, adet ve yasalarından medet umar duruma geldik!

Mahalle imamının etkisi birçok kadının (hâkimin) yükünü omuzlarından alıyor, güvenlik güçlerinin işlerini rahatlatıyor, psikologlara iş bırakılmamış oluyordu.

Konuyu fazla dağıtmadan günümüze gelelim. Fransız Baron’un bize ulaştırdığı muhteşem uygulamanın bugün uygulanabilirliği olabilir mi?

Kısa ve net cevap verilebilir. Evet, rahatlıkla uygulanabilir… Hatta birçok imam zaten benzeri çalışmaları yapmaktadır. Aile sorunları yaşayanlar, evlilik problemleri bulunan kişiler, borç batağına düşenler, psikolojik sorunlarla boğuşanlar birçok kez en yakınındaki cami imamın kapısını çalar ve kendisine yardım edilmesi hususunda talepte bulunurlar. Bu ve benzeri sorunlardan azımsanmayacak miktarda olumlu sonuçlar da elde edilir.

Tam bu noktada, sorunların Osmanlı dönemindeki gibi en geniş çerçevede çözümlenebilmesi için, başta imamlar kendilerini düşünsel manada hazırlamalı, bununla birlikte toplumun bu bilince kavuşturulması için ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Uygulama hayata geçirilirse hem mahale(ler)de huzur tesis edilecek, hem de günümüzün bitmeyen sorunu mahkemelerde sıra getirilemeyen dava dosyaları kapatılmış olacaktır.

Ancak şu gerçeği görmezden gelemeyiz. Tanzimat döneminden itibaren sistematik bir şekilde imamlar belli odaklar tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Belli bir mesafe katettiklerini söylemek de mümkündür. 1990’lı yıllarda yerli filmlerde imamların sahtekâr, düzenbaz veya benzeri rollerde oynatılmaları itibarsızlaştırma çalışmalarının bir çeşidiydi. Burada üzülerek söylemek gerekir ki, dini hassasiyeti bulunan bir kısım insanlarfarkında olmadan itibarsızlaştırma oyunlarına alet olmaktadır.

Hulâsa, imam camiye hapsedilmemeli, namaz kıldıran memur algısı yıkılmalı, sosyal hayatın merkezine konumlandırılmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar