Eşkıya yazdı; "İhanet bir bilmecedir..."

Eşkıya yazdı; "İhanet bir bilmecedir..."

"Zihin hamuru" Şeytanın ve nefsinin teknesinde yoğrulmuş bir Homongolos...

ic-manset-baslik-002.png

"Ne olunmak gerektiğini?.."

-I-

-Evet, ne diyorduk Şemsettin?

Şemsettin: -“Cevap bekleyen sorular”ı koydun ortaya abi, bence bu sorular çok beklerler daha… Bir de şu var abi, soruların “makûl ve mantıklı” olması, olası cevapların da “makûl ve mantıklı” olacağı anlamına gelmez, geçen bahsetmiştiniz, adam, bütün “dünya işlerinde” bâtından haber verdikten sonra, bir de “dünya işlerinde bâtından haber verme yoktur” diye bombayı patlatabilir(!), muhakemeyi baltalayabilir yani, balata gevşekliğinden dolayı…

İmam-ı Gazali Hazretleri;

-“Mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez…” buyurmuşlardır…

Neyse… Evet Şemsettin, “sorulması gereken” soruları ortaya koyduk ve cevap bekliyor bu sorular… Cevap bekleyen en önemli soru ise;

-"Tek tek Müslümanların bir araya gelince "cemaat-toplum" olmamaları ve sadece kalabalıktan ibâret kalmalarının sebebi..." nedir?

Sorusuydu…

Bu sorunun tek kelimelik cevabı: İdeolocya’dır…

sorunun-cevabi-png-iki.png

Cevabı KİM’den dinleyelim:

-“İdeolocya; Tek tek fertlerde tezahür edecek bir görüş, anlayış ve ölçülendiriş mihrakının birleştiriciliğindeki birliktir ki, tek tek fert keyfiyetinin değerini ve ne olunmak gerektiğini göstericidir…”

Demek ki neymiş, “ne olunması gerektiğini” gösteren, tek tek fertlerde “tezahür edecek” (biz buna “etmesi gereken” diyelim, çünkü bu “Homongolos”larda, öküzlükten başka bir şeyin tezahürü görülmedi henüz) anlayış ve ölçülendiriş mihrakının birleştiriciliğindeki “birlik”miş ve bu tek tek fert keyfiyetinin değerini ve “NE OLUNMAK GEREKTİĞİNİ” gösteriyormuş…

Aslında, soruyu, kendi içimize doğru biraz daha daraltıp;

-“Tek tek, bu düşünce sistemine bağlı olanların, bir araya gelince bir “cemaat-toplum-yapı-kurum” olamamaları ve kuru kalabalıktan ibaret kalmalarının sebebi nedir?” diye sorabilirdik ama, bu soru doğru bir soru olmazdı, çünkü daha biz, daha; “ne oldu da iki kişi yan yana gelemez hale getirildi?”yi anlamaya çalışıyoruz…

Son durak "esnaflık"...

-II-

Şimdi ne diyorum biliyor musun Şemsettin, burada “ne olunmak gerektiğini” diyor ya, bir harekete mensubiyet iddia edip, o kadar şey yaşadıktan sonra, mevzuyu esnaflıkta bitirmek, sapı silik esnaflara dönüşmek, (Bu “Homongolos” bir esnaf aynı zamanda) bu sapı siliklik içinde de, sinsi bir fitne fesat merkezi işletmek, kelimenin gerçek anlamıyla bir dramdır!

Şu an bu dramı yaşayan bazı “esnafların” geldikleri noktadan memnun olmaları da ayrıca bir dramdır!

Şu, “o kadar şey yaşadıktan sonra” ifadesini biraz açabiliriz ama gerek yok, çünkü bu “o kadar şey” yaşadığını düşündüğümüz bazı “esnafların” durumunu izâh etmeye çalışırken, ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor;

Bir: Bunlar o olağanüstülükler yaşanırken hiçbir şeyin farkında değildiler…

İki: Yaşanan şeylere dair her hangi bir şuur-idrakleri yoktu!

Üç: Yaşanan şeyleri taşıyacak-anlamlandıracak-sahip çıkacak insani bir omurgaları yoktu! Yani, bir “rüzgarla gelip, bir rüzgarla gitmişler" demek ki…

Demek ki, bir iman ve aksiyon mihrakına şuursuz bir katılım, neticede “nasipsizlik” ve şapşallıkla sonuçlanıyor, demek ki, “şuur ve idrâk” her şeyin başı… Yani, ne yaptığın, niçin yaptığını bilerek, farkında olarak yapmak… Anlamını bilerek yapmak… "Ulaşamasak da gaye yerinde dursun" şuuruyla yapmak?..

Şeriat'ın "yarısına" mı inanıyorsun kâfir?

-III-

Biraz daha açalım:

Bir “değerler sistemi”ni benimsediğinizde, onun “bütününe” inanırsınız, (İdeolocya bu bütünün ifadesidir) çünkü oradaki bütün değerler zincirleme olarak birbiriyle bağlı, bağlantılıdır…

Örneğin Şeriat’a inandığınızda, ona bir bütün olarak inanırsınız, “yarısına inanıyorum yarısına inanmıyorum” diye bir şey olmaz, bunun gibi…

Şeriat’ın günümüzde, fikirde ifadesini bulan pratik sistemi-vasıta sistemi diyebileceğimiz dünya görüşü-ideolocya içinde durum böyledir, bunun da “birazına inanıyorum, birazına inanmıyorum” diyemezsiniz, çünkü değerler sistemi-Şeriat, hayatın anlamını, yaşanmaya değer hayatı gösterir… Ve insanı “inşâ” eder… “Ruh hamurunu” yoğurur…

Böyle bir sisteme, “şuursuzca” katılmak ise, esasen mümkün değildir! Zihin dünyanızı-“zihin hamurunuzu” Şeytana yoğutturup, oradan Şeriat’e gelmek olmaz çünkü…

 

"Ahlâkın esası" dörttür!

-IV-

Şimdi en başa dönelim ve KİM’in;

Fikir olmayan yerde ahlâk oluşmaz” hakikatini anlamaya çalışalım;

Bu kadar ahlâksızlık, rezillik, şarlatanlık, sinsilik, adilik, kaypaklık başka türlü nasıl izâh edilebilir;

İmam-ı Gazali hazretleri;

“Ahlâkın esası dörttür” buyurmuşlar ve bunu; “Hikmet, şecaat, iffet, adalet…” olarak ifade etmişlerdir…

İmam-ı Gazali hazretlerinin bu tesbitine, bir kere de; KİM’in; “Fikir olmayan yerde ahlâk oluşmaz” tesibiti açısından bakalım ve “dört esas”tan fersah fersah uzak bu “Homongolos” zihniyeti, niye “pisiliğin başı” diye işaretlediğimizi anlamaya çalışalım…

 

"Zihin hamurunu" şeytanın ve nefsinin teknesinde yoğurmuş...

-V-

Yapılan “masum”(!) pislikleri, ufak tefek “legebete sempatizanlıklarını”, hiçbir davranışında, hiçbir şekilde “Şeriat’a uyma” derdi(!) bulunmayan, kendi kapris ve komplekslerini “din” zanneden bu “âhir zaman” fitnesi, nasıl oldu da KİM’in mücadelesi “gölgesinde” yuvalanıp, bu “kurtuluş hareketini” etkisizleştirmeyi başardı(!), bu kadar büyük bir zararlar verdi?

Bu sinsi “homongolos” gevşek karakterli üç-beş kişinin işi midir, şöhret budalası düşük mizâçlı, “kariyer” yapmak için, “gerekirse soyunurum” kıvamında, “akademik”(!) düzeyde din anlatan, bütün ortamı fitne ve dedikoduya boğan, okuduğu “fikir”den şahsiyetine bir gram nüfuz etmemiş, bayağı ve efemine karakterini bir milim dönüştürememiş eziklerin işi midir?

Geldiğimiz nokta itibariyle, “iki kişiyi yan yana gelemez hale getiren nedir, kimdir, kimlerdir?

Soru mühim…

Soruya kendini muhatap görenlerin, akıl ve ruh sağlığı yerinde, geçmişini inkâr etmeyen, imanını ve inancını kaybetmemiş, bu fitne-fesat ortamında insan kalabilmeyi başarmış gönüldaşlar olması da önemli tabii ki…

KİM’in sorduğu bu soruyu, şu şekilde “güncelleyelim”;

Geçmişte bir araya gelmiş, çok küçük bir “cemaat-toplum” olarak, çok büyük işler yapmış bir topluluğu, nasıl oldu da “iki kişi yan yana duramaz, yana yana gelemez” hâle getirdiler?

Hangi, onun bunun çocuğu, hangi nesebsiz, hangi hased-fitne kumkuması, hangi gevşek karakterli, hangi şöhret budalası, hangi ezik, hangi dinsiz-imansız bu güzide topluluğu bu hale getirdi?

Kendi efemine kişiliklerini, kapris ve komplekslerini “din” zanneden, O’nun gölgesinde “şahsiyet” olmaya çabalayacağı yerde, O’nun gölgesinde “nefsini yelleyen”, kâfirden beter ahmak, münafıktan beter riyâkar, kadınlar hamamından beter “fitne-fesat-dedikodu” üreten bu “Homongolos” karakter kim?

"Zihin hamurunu", gevşek karakterini, şeytanın ve nefsinin teknesinde yoğurmuş ahmak, münafıktan beter riyâkâr, kadınlar hamamından beter fitne, fesat, dedikodu üreten bu Homongolos kim gerçekten?

Hangi nesebsiz ekti bu fitne tohumlarını?

Bu homongolos nesebsizlerin, bu büyük potansiyelin oluşumunda herhangi bir “katkıları”(!) olmuş mudur, var mıdır? Ne tür bir “katkı” sağlamışlardır?

Yoksa, bu “homonogolos zihniyet”in tek yaptığı, her hangi bir “değer” üretmeden, her hangi bir “katkı” sağlamadan, KİM’in gölgesine sığınıp, O’nun destanlık çaba ve çilelerle doğurduğu bu potansiyeli, dağıtmak, etkisizleştirmek, eritmekten mi ibaret?

Kim bunlar?

Fitne-fesat oldu mu, nasıl da bir "dayanışma" içine giriyorlar ama?

-VI-

Bu bir tek “gevşek karakterli Homongolos’un”, üç buçuk değişik aynada beliren aynı görüntüsü mü? Üç kişi mi, beş kişi mi, bir kişi mi?

Birisi, fitnenin motoruysa, diğeri motorun yağı, birisi fitneyi üretense, diğeri pazarlayan, biri, ötekinin yanlışını kendi “kariyer hevesine” basamak yapan, ayrı gibi duran, fakat “pislik” söz konusu olduğunda hemen bir araya gelip “dayanışan” -nasıl bir “dayanışmadır” bu?..-

Müsbet hamle ve oluş çabalarını fesada uğratan bu “Homongolos” karakterin, fitne-fesat işinde nasıl bir “dayanışma” içine girdikleri de çözülmesi gereken bir “müşkül” olarak orta yerde duruyor, bakalım “çözebilecek” miyiz?..

"İhanet bir bilmecedir..."

-VII-

Bu nasıl bir devrandır, nasıl bir bilmecedir Şemsettin, anlamak zor gerçekten…

Şemsettin: -“İhanet bir bilmecedir!” Demişti Ahmet Kaya…

Çözmesi bir hayli müşkül bir bilmece… Bu güzel insan bugünleri görseydi, “insanın kendi kendine ihanet etmesi daha büyük bir bilmecedir” derdi muhtemelen…

Anlarlar mıydı peki, "hakikate kıçını dönmenin", küfrün (hakikati örtmenin), zihin dünyasını Şeytanın ve nefsinin teknesinde yoğurmanın", başkalarından önce insanın kendi kendine ihaneti olduğunu?

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum