Metin Külünk; "İstanbul Sözleşmesi tekrar Meclise gelmelidir!"

Metin Külünk; "İstanbul Sözleşmesi tekrar Meclise gelmelidir!"

İstanbul Sözleşmesi, emperyalizm ve LGBT...Metin Külünk, Parantez Haber'e konuştu... -II-

İstanbul Sözleşmesi, Emperyalizm ve LGBT, İnsan fıtratına yönelik bir saldırı -II-

Metin Külünk:

"İstanbul Sözleşmesi Tekrar Meclise gelmelidir!"

(Metin Külünk'le yapmış olduğumuz ve dün birinci bölümünü yayınladığımız söyleşinin ikinci bölümü)

-Erdoğan bu sözleşmeyle İslâmcılar tarafından özellikle hedef alınıyor, aile kurumunu yıkmaya zemin hazırladığı söyleniyor…

Bakınız, neyden bahsediyorum… “En az üç çocuk” diyen birinin aile kurumunu yıkmaya yeltenmesi ne tuhaf bir çelişkidir! İş dünyasının acımasız vahşi kapitalizme ayak uydurması ve insanların iş bulana kadar evlenmemesine de mi Erdoğan karışıyor? İnsaf! Bireylerin kendi tercihleriyle gittiği yol, yöneticisini bağlar mı?

metin-kulunku-foto-1.jpg

Toplumun tercihlerini yasalarla belirleyemezsiniz! Yasalar çerçevedir. Siz marjinal belirleyicilik üstlensenizde birey ve toplum kendi alanını inşa eder, kendi çizigisinde yürür. Ayrıca Erdoğan, bu ülkede sadece dindarların Cumhurbaşkanı değildir. Bakınız, sözleşmede “aileden” değil, “ev içinden” bahsediliyor. Bir lider, toplumunun hukukunu sadece kendisi gibi olanlarla değerlendiremez. Bu ülkede her evin içinde belli bir hukuka dâhil olan aileler yoktur. Ve bu devletin değil, toplumun oluşturduğu bir durumdur. Devlet, toplumun oluşturduğu duruma göre hukuku meydana getirmek zorundadır. Ancak muhafazakârlar, bu bahsi bile sözleşmede aile kavramının zikredilmediğini ve bunun aileyi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir durum olduğunu söyleyerek Sayın Cumhurbaşkanımıza yükleniyorlar. Ben de buradan sesleniyorum: Öyleyse siz kendi sorumluluklarınızı tekrar gözden geçirmek zorunda değil misiniz?

İslâm’ın sancaktarları, ordudan evvel gidilecek yurda varıp da orada yaşayışlarıyla İslâm’ı tebliğ edenler değiller miydi? Bunu da mı Erdoğan yapsın? “Müslüman ol” diye yasa mı çıkarılsın? Müslüman olana “Mümin ol, âbid ol, zâhid ol” diye yasa mı çıkarılsın?

-LGBT üzerinden İstanbul Sözleşmesi değerlendirmesi gündemde. Az önce değindiniz bu konuya, biraz daha açar mısınız?

Az önce sözünü ettiğim açıklama oldukça yeterli sanırım. Sözleşmeye sadece 4. Madde üzerinden bakarsak bir sorunla karşılaşıyoruz. Belki bir özel şerh konulabilirdi.

Dördüncü madde şöyle diyor:

“Madde-4: Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması… Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruzkalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.

Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı önlemek üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır: Ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadınerkek eşitliği ilkesini dâhil edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir;yerine göre, yaptırımların uygulanması yolu da dâhil olmak üzere, kadınlara karşıayrımcılığı yasaklayacaklardır;kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten kaldıracaklardır.

Taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yöneliktedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim,toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medenî hâl, göçmen veya mültecistatüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır.”

Bu maddeye bir özel şerh koymak mümkündü ama maddenin hedef aldığı doğrudan bir ahlâkî yapı var. Ancak ahlâksız olursanız bu maddeyi suistimal edebilirsiniz; değilse, bu maddenin yapıcılığını tartışmak mümkün olabilir mi?

Şunu görüyoruz ki, Madde 4’e ilişkin iç hukukta bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nokta çok önemli! Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi üzerinden yasama ve yürütmeyi baskı altına almak isteyen STK temsilcileri, Hükûmet’in İstanbul Sözleşmesi ile ilgili iç hukuka dair düzenlemeler yapmadığını, ortaya irade koymadığını açıkca ifade ediyorlar. Hatta CHP’li bir milletvekili, LGBT ile ilgili bir kanun teklifi veriyor. O zaman soruyorum: İstanbul Sözleşmesi ile ilgili iç hukukta bir düzenleme yapılmış olsa idi, CHP’li bir milletvekili neden kanun teklifi vermiştir? Neden LGBT temsilcileri Hükûmet’e İstanbul Sözleşmesi ile ilgili açıktan tavır alıyorlardı? Muhafazakâr kesimin bu durumu gözden kaçırmaması gerekir.

Şunu kabul edelim: Sözleşme, yürütmenin üzerinde bir baskı unsuru! Bunu görmek zorundayız. Dindar hassasiyeti güçlü çevre doğal olarak tehlike gördüğü için yüksek sesle eleştiriyor; bunun yanında Batı normlarına inananlar ise “İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak Hükûmet gereğini yapmıyor” diyerek Sayın Cumhurbaşkanı’na ciddî eleştiriler getiriyor.Dolayısıyla iki taraftan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve devletin birliğini temsil eden Recep Tayyip Erdoğan’ı baskılamak için bu sözleşme bir araç olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla buradaki teklifimizin İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis’te konuşulmasını sağlamak ve özellikle 4. Madde’nin kabulünün şerh konularak yok hükmünde kabul edilmesini gerçekleştirmeli ve arkasından da İstanbul Sözleşmesi bütün olarak yeniden tartışılmalıdır. Bu, milletimizi ciddî anlamda rahatlatacaktır.

Bir kez daha unutmayalım ki, kadın-erkek eşitliği temelinde ve maalesef kadına yönelik şiddet noktasında yaşadığımız acı hâdiseler, kadının ve çocukların hukukunun korunması noktasında mutlak sûrette kendi değerlerimizle özgün normlar oluşturulmasını emretmektedir. Çaresizlik içindeki kadının, hukukunun korunduğundan emin olduğu özgün ve noksansız normlara hiç tereddütsüz ihtiyacımız var. Kim ne derse desin, ülkemizde yaşanan kadın haklarına yönelik ihlâller, objektif bir şekilde, kendi gerçeklerimizle yüzleşerek, çözümü Batı felsefesi temelli hukuk normlarından değil, yine kendi değerlerimiz üzerinden okuyan, objektif, adil ve insan onurunu korumaya odaklı yasal düzenlemeler elzemdir.

Özellikle kadın hakları tartışmalarında erkek egemen modelli bir yaklaşım yerine, insan hukukunun Hazreti Peygamber’de vücut bulmuş olduğu düzenlemeleri bu toplumun önünde konuşmalıyız. Yüzleşme burada başlamalı! Bu yüzleşmeyi yapmadan her şeyi İstanbul Sözleşmesi üzerinden konuşmak mümkün ama eksik olmaz mı? İstanbul Sözleşmesi’nin mantığının ne olduğunun farkındayız, bizde kendi gerçeklerimiz üzerinden yüzleşmemeli miyiz?

-Peki, sizce büyüyen Türkiye’yi niçin bu sözleşmeyle konuşuyor, darbe imalarının dillendirildiği bir süreç yaşıyoruz?

Bu sorunun cevabı, sorunun içinde, fakat kendi net kanaatimizle birlikte konuyu hitama erdirmek için şöyle bir izahta bulunmak isterim…

Evet, büyüyen bir Türkiye var ve bu, dünya için bir gerçek! Bu gerçeğin önüne geçmek yahut üzerini örtmek üzere PKK ve FETÖ gibi silahlı terörün yanında Türkiye’yi bir ahlâk terörü baskısı altına almak maksadıyla kullanılan bir araç var ortada. Ve bu aracı, çatısı STK olan bazı yapılarla işletmeye çalışıyorlar.

Önümüzdeki süreçte devletin hem adalet mekanizmasının, hem de idare mekanizmasının özellikle tıpkı FETÖ ve PKK gibi devletimize ve milletimize karşı, finansal kaynakları yurtdışından olan ve içeriden insan fıtratına ve aileye savaş açmış, ahlâkî değerlerimizi yok etmeye yönelik bu kirli yapılar karşısında çok daha kararlı adımlar atılması gerekirken, bir kez daha ifade ediyoruz ki, Millî Eğitim politikalarımızın ve Diyanet’teki politikalarınmızın insan fıtratını esas alacak şekilde, insanın biyolojik ve de Ruhsal varlığını korumaya odaklanmış yeni bir modellemeye süratle ihtiyacımız var.

Bu mesele salt idarî bir mesele değil, felsefî bir meseledir. Öncelikle felsefî yaklaşımızın temellendirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda Türkiye, evrensel çerçeveyi yeniden ele almak ve anlamlandırmak adına fıtrata dayalı, aile kavramına odaklı, insan ve yeniçağ temelli bir çalıştay tertipleyerek, satanist aklın insana/insanlığa karşı açtığı savaşta Müslüman, sağduyusu mümkün olan Hıristiyan, Yahudi, Budist entelektüelleri davet edip bu çalıştayda insan varlığının, insan neslinin, insan normlarının, insan hukukunun ve insan fıtratının gerçeklerini konuşturacak bir organizasyonun sahibi olmalıdır.

Her inançtan entelektüeli davet etmenin amacı şu ki, mesele asla sadece Türkiye’nin sorunu değil, bir insanlık sorunudur ve bunu çözüme ulaştıracak başat güç Türkiye olarak kabul edilmelidir. Önce Türkiye bunu kabullenmelidir. Bu çalıştaydan alınacak tavsiyelerle birlikte İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesi’nin kabulü geri çekilmeli, sözleşmeyle açığa çıkan 6284 sayılı Kanun ise lehtar veya aleyhtar temelli değil, objektif temelde ele alınarak tartışılmalı ve ihtiyaç varsa içtihat edilmeli ve uygulanmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu anlamda yasamanın işini kolaylaştıracak şekilde STK’lar, hukukçular ve akademisyenler ile bir araya gelip tartışma zemini oluşturmalı ve bunu yaparken çalışmaları çok sesli gerçekleştirmelidir. Sonuçları hem kamuoyu, hem de siyaset kurumu ile paylaşılmalıdır.

Teşekkür ediyorum…

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.