
Nihat Genç: "Bu yol Aslanlı Yol’dan Bodrum’a nasıl çıktı?.."
Bandırma Vapuru’ndaki villalı süper kahramanlar!
Nihat Genç, Veryansıtv'deki yazısında yalın kılıç çıkmış meydana, önüne gelene çalıyor; Ak Parti'ye de dalıyor, "tarikat" yanlışlıklarına da, Ak Parti'nin karşısında ona "Villalardan muhalefet eden", Atatürkçülere, Kemalistlere... Ne var ne yok, doğrayıp atıyor...
Hele, "Aslanlı yol'dan Bodrum'a, Villalara" çıkanlara demediğini bırakmamış... Çürüme, yozlaşma, kast sistemi, bir sahtelik, bir yalancılık... Öyle bir düzen kurmuş ki adamlar, "Aslanlı yol"dan başlayıp, "Bodrum'da villa"da bitiriyorlar... Kimleri nasıl kandırıyorlar, "Atatürkçülük" nasıl bir istismar aracı haline getiriliyor?..
Evet, Nihat Genç, yalın kılıç dalmış, doğrayıp doğrayıp atıyor, deyim yerindeyse...
E peki bu anlattıkları, "doğru" mu, "yanlış" mı? Ona da siz karar verin...
İşte Nihat Genç'in "Bandırma Vapuru'ndaki villalı süper kahramanlar!" başlıklı o yazısından bir bölüm:
Normal bir insan olmak bu kadar zahmetliyse neden Cumhuriyet’in herkesi yasa önünde eşitleyen yurttaşlığı savunmak gibi garabet ucube işlerin konusu oluyorsunuz?
Villa sahibi olarak itibar mı kazanacaksınız, başınız göğe mi değecek.
Villa sahibi olarak onur gurur haysiyet ödüllerini mi toplayacaksınız, Koçlar’ın Sabancılar’ın çok mu itibarı var.
Sibel Can’ın Mehmet Barlas’ın villaları gibi görkemli villalarda oturan kendine Kemalist diyenleri sayacak olsak, ooo, villa sayımız dinbazları geçince AKP iktidardan mı düşecek?
Biz burada sizin hizmetçiniz miyiz boklarınızı biz mi gizleyip temizleyeceğiz.
Ey bunların peşine takılanlar, Roma gibi efsanevi imparatorluğu yıkıp Kilise’nin iktidarına geçirenler Yunan sütunları üstlerinde aç çıplak oturan hristiyan keşişlerin münzevi hayatlarıdır?
Ve bir daha sorun kendinize, bankada beş parası olmayan biri, bu ülkede hâlâ ‘kahraman’ niye olamadı, olamıyor?
Ama şimdi böyle dersek bize ne diyecekler, kahramanlarımız zulme adaletsizliğe hırsızlığa diktatörlüğe işgalcilere talancılara iki yüzlülüğe alçaklığa karşı büyük bir savaş veriyor, bilmem bu bizdeki hazımsızlık servet düşmanlığı kıskançlık haset nasıl olacak?
Bu öncü kurtarıcı kahramanlarımızın hali ne olacak, çatıları uzantıları kiremitleri boyası bahçesi viran olmuş, milli kahramanlara çok yazık oluyor aman yapmayın beyler!
Ah muhalefet ah, onur ve haysiyetiyle ölümüne savaş veren(!) her biri şövalye kahramanlarımızın bu içler acısı haline nasıl geldik?
Büyük aslan panter kahramanlarımız tel tel dökülüyor lime lime çözülüyorlar.
Cilası boyası cafcafı camı penceresi kuruyup çatladı.
Muhalif basın bizi de kovdu sepetledi ve yolumuzu şaşırmayalım diye her birinin heykelini tapınalım diye önümüze koydu.
Sonunda Aslanlı Yol’dan hangi rotayla Alaçatı’ya Çeşme’ye Bodrum’a gelip dayandık, Bandırma Vapuru’nun rotası Samsun’dan kim döndürüp Bodrum’a nasıl ulaştı?
Bu satırlarda aman muhalefeti eleştirmeyelim diye korkudan konuşamayan biz kimiz?
Dilimiz yok, ağzımızı açsak alkışçı amcalar bizi tekme tokat dövecek.
Bilirsiniz duada vaazda peygamber adı geçtikçe salavat getirilir, biz de ‘salavat’ getirmedik bizi camilerinden kovdular.
Oysa kahraman yazarlarımızın adları geçtikçe o muhalif ekranlarda bu alkışçı amcaların alkışlarıyla biz de salavat getirseydik, Ekmeleddinler’e İmamoğullarına Kaftancıoğulları’na. Şimdi üç dönemi bitirmiş dördüncü dönem vekildik.
Bu kahramanları alkışlamayanlar eteğini öpmeyen ayağının tozunu yutmayanların hepimiz biliyoruz artık bu milli mücadelenin kahraman muhalefetinde yerimiz hiç yok.
Çünkü onlar Hasan Tahsin.
Çünkü onlar bizim için boğuşan nefes almadan yemek yemeden özgürlüğümüz için savaşanlar.
Onlar Dumlupınar onlar Çanakkale, onlar şehit kanıyla keskin kalemler.
Onlar surların tepesine bayrak dikmiş Ulubatlı Hasan.
(Züğürt Ağa, Hz. Ali’nin cengi okununca söyler:) Biz neyiz ki?
Fasulyeden nimet sayıldığımız bir cümle mi olmuş.
İçimizden geçenleri neden hala söyleyemiyoruz.
Bırakın bu keriz silkeleme ayaklarını, ne selamım olsun ne kapılarına yolumuz düşsün, aramız hiç olmasın.
Bu kadar laf niye hazmedilsin ne uğruna bu kadar laf bizi şişirsin.
Dün 16 Mayıs’tı, Bandırma Vapuru yeniden yola çıksaydı acaba Mustafa Kemal gemiye bu kahramanları alır mıydı?
Alsaydı, diyelim, Yunanla dalgalarla İngiliz uşağı yobaz hocalarla Ermeni çetelerle savaşa savaşa Havza’ya kadar bir yol bulabilir miydi?
Yoksa şöyle mi olurdu, gemide bir itişme kakışma laf sokma aralarında bir para kavgası sonunda Mustafa Kemal’e lafı şöyle yapıştırırlardı: Kendine gel paşam, geminin kaptanı olmadan bu gemi gider mi?
Kimmiş geminin kaptanı? Muhalif TV ya da gazetelerinin sahipleri!
Kaptan kim, ne zaman yola çıksak bizi gemiden atıp kovan.
İngiliz tekstilci kanalı satın alırsa kanala İngiliz uşaklarını doldurur, bu çok mu zor bir bilmece!
İlk gençlik yıllarından beri kahramanlarımızı suratlarındaki yılışık sırıtışlarından tanırım, aramızda hiyerarşik dizilişimizde alt üst bir tuhaflık var.
İlk günden beri aç bilaç çıplak biz kent yoksulları ‘piyonuz’, piyade er, onlar hep ‘komutan’.
İlk günden beri işimiz yok biz onların şöhretini korumakla görevliyiz.
İlk günden beri onların şöhreti bizi kudurtur, servetleri bizi kıskandırır çıldırtır!
Bizi anamız onlar burunlarını havaya kibirle diksin diye mi, başka işimiz hiç yokmuş gibi ekranlarına koşup onların burunlarını .ötünü havaya kaldıralım diye mi doğurdu?
Bu kahraman komutanlar neden para sahibi patronlarına bağlı, neden bağımsız tek başına olamıyorlar, neden bu muhalif savaş düzeni hiç değişmedi, neden önde paralı patron arkasında patronun tayin ettiği kahraman yazarlar, bu fotoğrafa neden kimse hiç itiraz etmedi.
Arkada fonda Atatürk posteri, önde yalın kılıç cengaver Atatürk’ün silah arkadaşı bu ego manyağı adamlar, hayat, kavga, insanlık, çektiğimiz acılar, gurur fotoğrafımız bu mudur?
Kırk yıldır yazıyoruz sert muhalif makalelerimiz kırk cildi geçti tek bir satırı yayınlanmaya layık görülmedi, peki ne yapacağız, onların tayin ettiği kahramanları mı alkışlayacağız, sabah akşam kahramanlarımızın görkemini heybetini konuşacağız sen öylesin sen böylesin diye ululayacağız.
Ve bu patronları bize neyi reva görecek? Atıp kovup disipline verip arıza psikopat cins sümük gibi bir kenara fırlatacaklar, ne ismini ne kitaplarını bu patronlar tek satır yazmayacak, sonra, onların köpeği olacağız, nereye kime havlıyorlarsa biz de onların peşinden sürüye katılacağız, bu ne ala bir sınıf düzeni?
Sonra işgal kalkışma sert savaşlar oldu, sokakta gazetede miting alanında hayatta cephede yana yakıla hep o kahramanları aradık, ateş başladığında cephede sağınızda solunuzda hiç yoklar, ağlayarak bakınırsın etrafa, nereye toz oldular?
Ama bir zaman geçer alkışçılar her şeyi unutur-unutturur, sonra bakarsın o gazetelerin manşetlerine: semalardan demir yumruklu şimşek gözlü onlarca kahraman yazar, ışık hızıyla dünyamızı kurtarmaya geliyor: Yılmaz Özdil, Kaftancıoğlu’nu efsane ilan ediyor, Sunay Akın, Zülfi Livaneli’yle röportaj yapıyor.
Türk Ordusunu tasfiye ettiren o gün FETÖ’yü ve AKP’ye destekleyen yetmez ama evetçi 300 imzalı bildirinin 300’ü de aynı ittifaklar içinde bunların alayı aynı cephede, liberali HDP’lisi hepsi Kurtuluş Savaşı kahramanlarıyla kolkola, hayretler içinde açıyorsun gazetelerini, Barbaros yine hangi seferden dönüyor, şaşkınlık içindesin.
Sonracıma, uzun ve hüzünlü bir hikaye, işin felsefi ve sıkıcı noktası, savaşa girmedikleri maaşları kesilmediği kolları yorulmadığı işten atılmadığı travmalar yaşamadıkları adları işleri yasaklanmadığı sürülmedikleri dayak yemedikleri aç kalmadıkları için doğanın bir hediyesi onurla direnen yerleri hiç büyümedi!
Ama nasıl oluyorsa yine sancağı en önde tutup bölüğün başına geçivermişler, bölük başının ilk işi ya Palandöken’e ya Bodrum’a kaçmak olmuş.
Biz de arkadan marş marş onların adımlarına adım uyduracağız, onlara medhi senalar düzüp adları geçtikçe salavat getireceğiz, 300 yetmez ama evetçiyle liberal ittifakları bu muhalif din’den bizi çıkartıp, kafir ilan etmesinler diye sessiz kalacağız.
Sonracıma? Yaşanan gerçek bir savaş, adalet gitmiş anayasa meclis gitmiş ülke yaylalarına ormanlarına kadar talan edilmiş ve ölenler kalanlar zayi olanlar yitip gidenler kahrolup kaybolanları her şeyi unutacağız ve önümüze başka bir hikaye konmuş: Ne zamandır ilga edilen meclisi anayasayı unutmuş sabah akşam bu kahramanların yazdığı Google dökümü ‘destanlarını’ okuyor olmuşuz.
Kırk yıl aralıksız bu destanları okuyoruz, anladığım şu, bu destanda bir Atatürk var bir de Atatürk’ün yanında asker arkadaşları olarak dizilmişler, onlar.
Bu muhalif savaş düzeninde ise bize helaları temizleme ya da disiplin cezası dahi tenezzül edip figüran rolü dahi biçmemişler.
Bizi insandan yazardan adamdan askerden dahi saymayan, bir ulu destan, ki, bu yol Aslanlı Yol’dan Bodrum’a nasıl çıktı, hiç sorulmasın.
Hayat işte değişmiyor, bakın iki bin yıl geçti, Yunan kahramanların heykelleri taşı mermeri harabe de olsa hala yerlerinde.
Vahşi kapitalizm temelinin atıldığı yerden çökmüş yıkılmış Cumhuriyet’i Sözcüsü hala sağlık ve eğitimi özelleştirip herkese eşitleyecek kamu politikalarını konuşmaktan korkuyor.
Peki ne yazıyorlar? Ellerinde imkan olsa, 57. Alay’ın topluca şehit oldukları günün sabah namazında çektirdikleri şu meşhur fotoğrafı yeniden şöyle dizayn ederlerdi, fonda Atatürk, önde yerde ise ekranda konuşan üç kanki ahbap-çavuş bir de gazete patronun babasının resmi.
Hacılar yeter artık.
Yani iktidarı alsalar dincilerin elinden Kabe’yi alıp babalarının kankilerinin ahbap-çavuş fotoğraflarını Kabe duvarına asacaklar!
Şaşkınlık içindeyiz hangi birini anlatsak, adı sanı gerçekten önemli değil, muhalif bir kanal olsun diye bir TV’yi yeniden kuruyoruz, ekrana çıkıp konuşmaları için yazar-çizer arıyoruz, kime mikrofon versek, canımıza mı susadık bu dönemde bizi içeri mi tıktıracaksınız diye ret cevabı alıyoruz.
O gün korkudan ekrana çıkamayan ya da topluca tutuklanan sitemize tek satır destek vermeyen o arkadaşların her birini bugün ‘muhalefetin kahramanları’ diye aynı TV’de aynı sitelerde her akşam salavat getirip alkışlıyorsunuz.
Silivri kapılarında yalnız bırakıldığımız beş kuruşa muhtaç olduğumuz günlerden nice örnekler, oh olsun diyenleri çekip gidenleri sırtını dönüp arazi olanları adını ismini unutturup bir köşeye kamufle olanları, sonra nasıl oluyorsa, birden peydah olup ekranlarda kahraman kesilen bu kahramanlara kaç roman yazsak kaç film çeksek, yetişmez, hacılar bu kadar dalavereye entrika yetişmez, virüs niye geldi sanıyorsunuz?
Bizim de çocuğumuz oldu, doğum günü oluyor hediyeler de pek pahalı, yıllar sonra bir baktım odasına, şu Çin malı çok ucuz plastik kahramanlarla doldurmuşuz, üstelik kanserojen, çöp plastikten eritilip yapılma üstelik radyasyonlu.
Neyse ki çocuk biraz büyüyünce yüzlerine bakmadı, onların gerçek bir kahraman olmadığını anlayıp çöpe attı, ama kitleler böyle değil, illa heykel illa salavat getirecekler.
Bu kitleye Çin malı plastikten süper kahraman yetiştiremiyorsun zibil gibi, dün yine baktım ekranlarına, Süpermenler, batmanlar, örümcek adamlar He-Man’lar gırla gidiyor, baktım savaş cephesi bölükler taburlar yine alt sınıf üst diye dizayn yine hiç değişmemiş, fonda Atatürk ön cephede aydınlanmanın bilginin aklın ışın kılıçları, yine onlar! Siz hiç konuşmayın siz severek takip edip(?) alkışlamaktan başka rolünüz hiç olmadı.
Ekranda sallayıp tutmalarına konuşmalarına değil entrikanın gücüne hayran kaldım, ben de severek takip ettim, avuçlarım parçalanıncaya kadar alkışladım.
Bunlara kızmamak lazım, kahramanlık yaşanılan anlaşılan hayatla öğrenilen değil tüketimi kolay ‘ezberlenen’ bir şey, genç tıfıl yazarlar önlerindeki kahramanlara bakıp taklit ediyorlar.
Şöyle oluyor, önce düpedüz yalana alışıyorsunuz, sonra, iş, ilişki, yayın, ekran, bağlantı, adamı, bir fırıldak dönüyor.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.