
Ufuk Coşkun yazdı: Bir düşünce adamı olarak Necip Fazıl...
Tek parti marifetiyle büyük hafıza yıkımına uğrayan Türkiye’de de hemen her kafadan ses çıkmaya başladığı, ithal İslamcı akımların boy gösterdiği bir zamanda işte bu ithal, akılcı, rasyonalist kesime ilk meydan okuma; Necip Fazıl Kısakürek’ten gelmiştir.
Bir düşünce adamı olarak Necip Fazıl
Necip Fazıl Kısakürek’in daha çok şair yönüöne çıkarıldı bu ülkede. Çünkü onun düşüncelerini kavrayabilecek ve kaldırabilecek bir zahmetin altına girmek istemediler.
Çünkü bunun için evvela sağlam bir omuz gerekliydi. Çünkü bu çileli ve zahmetli bir yoldu.
Çünkü üstadın ifadesiyle; “Zor karşısında kıvırtmak yani, malı tatlı, canı tatlı, kafadan yana üzüntüye gelmeyen, hiçbir rizikoya girmeyen, bedavacı, lüpçü, boş bir hayatın müdavimleri…” gibi bir yaşam sürmek ve işin her türlü kolayına kaçmak daha karlı bir yoldu.
Hatırlarsanız Erdoğan 2013 yılında “76 milyon hep birlikte Büyük Doğu’yu inşallah inşa edeceğiz” demişti. Ancak 4. Necip Fazıl Ödül Töreni'nde İdeolocyaÖrgüsü’nden bahsedince bizim Sakarya Türküsü ile coşan tayfa birden sessizliğe gömülüverdi.
Ünlü yazarımız Ahmet Hakan da teşhisi koymuştu; “Tamam, Necip Fazıl büyük şairdir ama düşünce adamı değildir” diye inliyordu köşesinden.
Üstad vaktiyle bunlar için; “fikir” yüzüne sigara dumanı üflenmiş kedi gibi kaçırır bunları diyordu ya öylesine fikirden, düşünceden, orijinaliteden ürken tiplerdi bunlar.
Necip Fazıl elbette büyük bir şairdir ancak onun düşünce yapısını anlayabilmek için evvela bin yol öncesinin bir fotoğrafını çekmek gerekir.
Türklerin İslam Medeniyeti’ne siyasî/askerî bir güç olarak dâhil oldukları o dönemi anlayabilirsek şayet belki bugün için birkaç kelam etme şansını elde edebiliriz.
Bilindiği gibi o dönem İslam dünyası siyasî açıdan parçalanmış bir durumdaydı. İslam Medeniyeti’nin coğrafî sınırları küçülmüş; pek çok coğrafî bölge, iç çatışmalardan da faydalanan dış güçler tarafından işgal edilmişti.
Öte yandan dâhilî açıdan, İslam coğrafyası parçalanmış, nerede ise her şehir birer devlet halini almıştı. Dahası hakikati temsil ettiğini iddia eden onlarca dinî ve fikrî okul kendi aralarında çatışma halindeydi; öyle ki, birbirlerinin canlarına kast etmekteydiler.
İşte böyle bir zamanda Nizamiye Medreselerinin mimarlarından Gazali’ye göre problemin kökeni; “Özgün İslam düşüncesinin oluşmaması” idi.
Ve bu sorunu ciddi bir okul sistemiyle çözüp medeniyetin yeniden ayağa kalkmasını sağladılar.
Bu sebeple; Aristoteles gibi Yunan filozofları başta olmak üzere Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşt gibi filozofları tenkidetmiş olanbu büyük âlim, akıl ve felsefe düşmanı olarak gösterilmeye çalışıldı.
Tek parti marifetiyle büyük hafıza yıkımına uğrayan Türkiye’de de hemen her kafadan ses çıkmaya başladığı, ithal İslamcı akımların boy gösterdiği bir zamanda işte bu ithal, akılcı, rasyonalist kesime ilk meydan okuma; Necip Fazıl Kısakürek’ten gelmiştir.
Gelenekten, kültür, tarih ve irfan birikiminden kopmadan buraya ait, yerli, özgün bir düşünce üretilmesini savunan ve bunu sistemleştiren Necip Fazıl ekolünün en büyük hasmı da haliyle bu modernist, pozitivist İslamcı kesim olmuştur.
Ona göre şu meşhur; Batı’nın iyi tarafını alalım kötü taraflarını almayalım” çözüm önerisi içi boş manasız, kolaycı bir yoldu. Çünkü ortada bir dünya görüşü yok.
Çünkü bir toplum evvela buraya ait, ayakları yere sağlam basan orijinal bir ideoloji üretebilmelidir. Bakınız Sakarya Türküsü’nden başka bir şey demeye getiriyorum.
Şöyle feryat ediyordu; “Yüz bin defa da söylesem az; adam yok, fikir yok, anlayan yok! Dünyada kendine göre bir dünya görüşüne malik olmaksızın düzen değiştirmeye çıkmış hiçbir hareket gösteremezsiniz.
Çare şu; ağır sanayi ütopyasını memlekette keşif dehası ve işi yerli yerli ve orijinal kaynaklara bağlama marifeti teşekkül edinceye kadar tatil etmek.”
Zamanının ötesinde bir mütefekkirdi Necip Fazıl Kısakürek.
İdeolocya yani ferdin ve toplumun inşasındaki bütün esasları veren orijinal, özgün, buraya ait fikirler manzumesini sundu.
Dejenere olmuş bir kültürde evvela doğru düşünce faaliyetini yerli yerine oturtarak bu toprakların ruhuna uygun bir kalkınma hareketinin esaslarını, “essahtan” söylediği bir eserdir bu.
Bir mütefekkir ve aksiyon adamı olarak, “içimizle dışımız ve köklerimizle dallarımız arasında, dünya çapında, çile dolu muhasebe yapabilecek bir tek insan bile yetiştiremediğimizden” muzdaripti.
Bu sebeple buraya ait orijinal yeni fikirler üretmeyi teklif ediyordu.
Ama başta dediğim gibi, çileli ve pahalı bir yolu teklif ediyordu. Aynı zamanda insanın omuzlarına bindirilen ağır bir yükten bahsediyordu.
Bu yükün altına girmek istemediler. Şiir ezberlemek ve anma gecesi düzenlemek daha kolaylarına geldi. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Ufuk Coşkun / Parantez Haber
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.